CHP Kadın Kolları Yönetim Üyesi Gönül Karakuzu 25 Kasım
kadınlara yönelik şiddete karşı uluslar arası mücadele ve dayanışma günü
konuyla ilgili; “duygu, düşünce, bilgi ve araştırmalarımı aktarmadan önce
şiddetin tanımını yapmak isterim” dedi. Karakuzu konuşmalarını şöyle sürdürdü.
Şiddet: karşıt görüşte olanları,
inandırmak veya uzlaştırmak yerine kaba kuvvet kullanmaktır. Duygu ve
davranışlarda aşırılık ve sertliktir. Tam da bu noktada şunu söylemek lazım;
kendisini ve gücünü, sözlü veya davranış olarak ifade edemeyenlerin başvurduğu
yöntemdir. Dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye de biz kadınlar değişik
biçimlerde şiddette uğruyoruz. Kadınların eğitimden yoksun bırakılarak eve
mahkûm edildiği, ekonomik faaliyetinin yasal ve geleneksel birçok engelle
kısıtlandığı, çalışma yaşamında bin bir haksızlık ve ayrımcılıkla karşılaştığı,
toplumun en fakir kısmını oluşturduğu ve kendi kendine kaderine terk edildiği
koşullarda, şiddetin ilk hedefi doğal olarak en korumasız ve zayıf kesimi biz
kadınlarız. Türkiye’de kadına yönelik şiddet özellikle ekonomik, siyasal ve
etnik sorunlarla iç içe geçerek artmaktadır.
Daha detaylı söyleyecek olursak:
-
Aile
- Sapkınlıklar
-
Kültür
- Sosyal Eşitsizlik
-Toplum
-Irk ve Etnik
kökenler arası Eşitsizlik
-Eğitim
- Ekonomik düzenlemeler
-
Din
-Cinsiyet
- Sosyalleşme
Bütün bu maddelerin şiddet üzerinde etkisi çok büyüktür.
Kısacası şiddet veya dayak deyip geçmeyin –Gördüğünüz gibi olması için çok emek
verilmiş, tabi ki olumsuz yönde.Atik çağdan beri kadının bedeni, her savaşın
üzerinde cereyan ettiği savaş toprağı olmuştur.Şiddet; fiziksel, sözel, maddi,
manevi ve duygusal baskı olarak yapılmaktadır.Sosyologlar inceleme yapıp “ Aile
içi Şiddeti “ 3 başlık altında toplamışlar:Sosyal yani fakirlik,Psikolojik yani
Güç ve kontrol isteği,Biyolojik yani alkol ve uyuşturucu.Bunlar ancak ana
başlıklar olabilir, dillendirilemeyen daha neler var. Tüm kadınlar bunları
bilir. Şiddete uğrayan kadınların kendilerini etmemelerinin önündeki en büyük
engel kadını koruyan yasaların, yaşama erkini uygulayanların erkek mentalitesi
nedeniyle suçluları cezalandırmamakta olmaları ve kadını suçlu saymalarıdır.
Böyle bir gerçekten sonra, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 17. maddesi veya 3, 5
demeye ihtiyaç duymuyorum. Koruyucu yasalar elbette var ama birde yürürlüğü
konulabilse diyorum. Birde Mor Çatı ve benzeri, kadınların şiddet gördüğünde
sığınabilecekleri yerler var. Çabalarını takdir etmekle beraber, tüm bunların
geçici çözümler olduğunu düşünüyorum. Bana göre daha kalıcı olan, sevgiyle
büyütülmüş, aile içinde şiddete tanık olmamış evlatlar yetiştirmek. Ayrıca
refah içinde insan haklarının üst düzeyde olduğu bir Ülke Yönetimi ve
kendileriyle barışık bizi sadece kadın değil bir insan olduğumuzu görebilme
yetkisine sahip Eş’ler bir araya gelirse yani Evlat + Ülke Yönetimi + Eş üçlüsü
bu sorunu çözer diyorum. Zihniyet değişmeli, sevgi olmalı, ekonomik ve politik
koşullar değişmelinin altını çizerek çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum.
“
DAYAĞIN AKLI OLSAYDI CENNETEN ÇIKMAZDI “
HABER:ŞEVKET YILMAZ&NAZLI ERDİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder